30 Aralık 2009 Çarşamba

Bir gün bir gün bir çocuk


Hiç sizede tosununuzla ya da kızınızla oynarken geçmişe dönüyormuşsunuz gibi geliyor mu?
Şu sıralar bana çok olmaya başladı bu. Önce Şenayın bana çocuklarıyla oynadıkları oyunları yazmasıyla başladı.Sonra bir bir aklıma geldiler çocukluğumun oyunları, sayışmacalar, tekerlemeler..

* Her gün söylediğim ninniyi ya da şarkıları değiştirdim.- biraz tuhaf olacak ama ben genelde Tuna'ya ninni yerine marş söyledim. Eskişehir marşı, dağ başını duman almış, 10. yıl marşı.. - artık litaretürümüzde artık ilkokulda her 23 nisanda öğretmenimizin bir asker , birde Ayşe olarak seçip söylettiği Küçük asker var.
- Küçük asker, küçük asker
Napıyorsun bana söyle
- Palaskamı takıyorum
Ben kışlama gidiyorum
- Küçük Ayşe, küçük Ayşe
Napıyorsun bana söyle
- Bebeğime bakıyorum
Ona mama veriyorum ( ninni söylüyorum)...
Tosunum bunu duyunca hemen yastığa kafasını koyup dinlemeye başlıyor.

*Sayışmalara başladık.
Şöyle işaret parmağını ağzının içine daldırıp uzunca bir
OOoooo çektikten sonra
Üşüdüm üşüdüm daldan elma düşürdüm.
Elmamı yediler bana cüce dediler.
Cücelikten çıktım, ablama gittim.
Ablam pilav pişirmiş içine yılan düşürmüş.
Bu yılanı napmalı, minareden atmalı,
Minarede bir kuş var, kanadında gümüş var,
Eniştemin cebinde türlü türlü yemiş var.

Sonra tekrar uzunca bir oo çekip başlıyoruz. Ya da bir başkasına geçiyoruz.
Ooo piti piti karamela sepeti..

*Babamız geldikten sonra ya da bakıcı teyzemizle kutu kutu pense oynuyoruz.
Herkez el ele tutuşur ve dönmeye başlar.
- Kutu kutu pense elmamı yerse
arkadaşım Tuna arkasını ( önünü) dönse...
Kimin adı söylemirse o arkasını döner.

Bunuda parktaki kızlardan öğrendik.başını hatırlamadım şimdi
......
güzellik mi çirkinlik mi?
Havuz aşında mankenlik mi?
Hangisiiii?
Tosun çirkin oluyor ama havuz başında henüz poz veremedi:))

Bir de yine Şenay hatırlattı bana;
ilk olarak birisi yere kafasını kapatır..geride kalanlar ellerimizi yumruk yapıp istediğiniz gibi koyuyoruz yerdekinin sırtına..soruyuruz..en üstte kimin eli var?bir tahminde bulunuyor yerdeki..bilemezse: bilemedin davulmu zurnamı iğnemi iplikmi diyorsun..birini seçiyor yerdeki..davul derse güm güm yerdekini davul yapıyoruz.dumbada dum dum..zurna derse kulagına düttürüdüüüttt,iğne derse parmakla sırtına iğneler batırıyoruz..iplik derse sırtında düz çizgiler çiziyoruz bastırarak..bilene kadar böyle..bildiği kişi yere kapatıyor başını..

* Evde mumların yanında bir sürü taşımız var beş taş oynuyoruz oğluşla daha doğrusu ben oynuyorum o daha çok taşları atmakla meşgul oluyor.

Aklıma birşey daha geldi ama hatırlayamadım hani şöyleydi galiba ''...balta nerde suya düşmüş su nerde inek içmiş, inek nerde? dağa kaçmış. dağ nerde? yandı bitti kül oldu.'' gibi birşeydi başını sonunu tam hatırlamadım hatırlayan var mı?


Tosunum bakıcı teyzemizi korkuturken:))

24 Aralık 2009 Perşembe

Eşleştirme- sözcük kartları

Kart üstüne kart oldu ama yapmak hoşuma gidiyor. Beraber bakıp anlatmak daha zor görüyorum işte bloglarda uyguluyorum ne yazık ki hayal gücüm yaratıcılığım hiç yok.

22 Aralık 2009 Salı

19 olduk



Gün be gün değişiyor Tuna'm ve hissettiriyor kendini yavaş yavaş her şeye bir itiraz, istenilenlerden hep bir kaçış şimdiden zor oluyor..
Yeni kelimeler ekledik darağacımıza oldukça arttı söyledikleri ancak iki kelime bir araya gelmiyor hala. En çok hoşUma giden emir kiplerini kendine söyleyip uygulaması..
Oturuyor'' ottu'' , kalkıyor '' kak'', açıyor '' aç'', çok hecelileride hala söyleyemiyoruz uyduruveriyor sonunu kendince:))
10'a kadar saymayı öğrendi sıpa. 4'e kadar kendi sayıyor gerisini bizden sonra tekrar ediyor. Bazen 7'den sonrasının hepsi 10 olabiliyor:))


Tuvalet eğitiminde hızlı bir çıkıştan sonra ani bir düşüş yaşadık.Herşey çok güzel giderken bu itirazları nerden öğrendiki?
Anne: oğlum çiş yapalım mı?
Tunam: ıı ııı
A: kaka yapalım mı?
T:ıı ııı
A:Çiş yapınca el sallayalım mı?
T:ıı ıı
Baba: Hadi bir öp beni.
T:ııı ıı
B:o zaman ben öpeyim.
T: ıı ııı
B: Sarılayım mı sana?
T: ıı ııı.
...
Bu böyle gün içerisinde sürüp gidiyor işte.


Oyunlarımızda ise çok arkadaşı yok ancak dışarı parkta görüşebiliyoruz. Acil oyun grubu kurmaya çalışıyorum okuldan arkadaşlarla sözleştik bakalım olcak inşallah.
Ama bizimki yaşı gereği herhalde paylaşırken paylaşamamaya başladı. Geçen gün Tracy'i okurken bir yazı gözüme çarptı paylaşmak istedim.

1.Eğer seviyorsam -benimdir.
2.Eğer benim elimdeyse - benimdir.
3.Eğer senden alabildiysem - benimdir.
4.Eğer biraz önce elimdeyse- benimdir.
5.Eğer benimse, hiç bir şekilde, hiçbir yolla,hiçbir biçimde senin elinde olamaz.
6.Eğer ben birşey yapıyorsam ya da kuruyorsam bütün parçaları benimdir.
7.Benim gibi görünüyorsa benimdir.
8.Benim olduğunu düşünüyorsam benimdir.

Sizede tanıdık gelmiyor mu? :)))

17 Aralık 2009 Perşembe

Olay sıralaması




Bir başka okul öncesi etkinlik dünyasından kartlar. Henüz Tuna'm bunun için küçük şimdilik sadece yapılan şeyleri hikaye tarzında anlatıyorum.Yapılışı kes yapıştırdan ibaret basit ve kullanışlı..

Katlı otopark



Pratik annemin Buradaki sayfasında gezinirken gördüm. Aynen uyguladım daha önce ahşap oyuncak bölümünde kipada görmüştüm iyi oldu bu vesileyle paramız cebimizde kaldı.Ama ben fotosunu çekesiye benim tosun önce bir halletti sonra yine tamir ettik.

Not:Yol olarak kullandığınız kartonların eğimine ve düzgün olmasına dikkat etmek gerekiyor yoksa ya araç fırlayıp gidiyor ya da yolun ortasında kalıyor. Erkek çocuklarına ideal.

10 Aralık 2009 Perşembe

Bugün de kakam geldi!!!

Bazen saçma sapan şeylere inatlaşırken en zor olacak diye beklediklerimiz şıp diye çözümlenmeye başlıyor.Aman dilimi ısırayıp daha yolun başındayız.

Dünkü çiş girişimini tekrar etmek amaçlı akşamına ve bugün öğlen yine denedik. Akşam çişini yaptı bugünde çiş yapmaya oturmuşken kakamızıda yaptık. O kadar sevindiki tekrar tekrar oturup parça pincik kalanınıda yapmaya çalıştı. Olay sonunda kaka ve çişimizi klozete döküp el salladık uğurladık.

Şu anda oyun gibi geliyor ona. Kendi içinden bir şey çıktığını görmek cezbetti tabi, artık ilginç gelmeyince de yapacak mı acaba kakasını çişini?

9 Aralık 2009 Çarşamba

Çişimiz geldiiii.

Tosunum dün itibariyle bir ilki gerçekleştirdi. Çişini ilk kez lazımlığa yaptı ve büyük bir hevesle. Önce lazımlık istemediği için klozete oturtalım dedik '' ıı ıı '' dedi. Sonra babamız hadi gel beraber oturalım dedi yok oda olmadı. Ben lazımlığa oturdum hadi birlikte oturup yapalım dedim ona ikna oldu. İkimiz beraber sığışamıyacağımız ,için o otururken ben sıvıştım tabii ve sonunda cişini yaptık. Okadar hoşuna gittiki bir kaç kez tekrarlandı baktı çiş çıkmıyor ıkınmaya başladı. Bittiğine ikna olunca klozete döküp çişimizi el salladık. Bugün öğlen gelince yine yaptık. Tüüü tüü tüü maşallah diyelim de nazar değmesin.
Not:Tosuncuk makinemizi bozdu bir süre fotomuz olmayacak.Biraz yazıya dökelim kendimizi ne edelim

8 Aralık 2009 Salı

80'lerin sonunda 90'ların başında çocuk olmak

Alıntıdır...

80'lerin Sonunda 90'larin basinda cocuk olmak bence sunlar demek;
-Atari salonlarina gidip, 10 jetonu daha ucuza almak.
-Demet Akbag tiyatroyu beklemek.
-Taso oynamak.
-Video kiralamak.
-Gece aerobigini ***** zannetmek.
-Terminator'u sinemada seyretmek.
-Reebok Pump almak.
-"Back to the future, Rocky Serisi, Ninja Kamplumbaglar, Hayalet
Avcilari,
Cakmaktaslar,Beverly Hills 90210'u izlemek.
-Pazar 88, pazar 89, pazar 90, pazar 91 .....
-Tipi tip cignemek.
-He man izlemek.
-Kablolu yayina gecme serefine nail olmak.
-Coca Cola'nin 1 litrelik depozitolu
siselerde satilmasidir.
-Star TV'deki Turnike'yi, Parliement Pazar Gecesi sinemasini
izlemek.
-Adam olacak cocuk, 7'den 70'e nin izlenmesi.
-Gazete kuponu ile ev, araba verilmesine tanik olmak.
-Sürekli Aydinlik için 1 dakika karanlik eylemine katilmaktir.
-"All that she wants, informer" dinlemek.
-Pazar sabahlari alf seyretmek.
-Voltran, he-man,denver, ninja turtles, clementine izlemek.
-Siyah-Beyaz televizyonu görmüş olmak.
-Micheal Jackson'dan Bad sarkisini defalaraca dinlemis olmak.
-Schumacher'in Turkiye'ye gelisini gormek.
-Mahalle ve mahalleden oyun oynamak kavramini son yasan nesil.
-Neler oldugunu anlamadan televizyon'dan korfez savasini izlemektir.
-MC Donalds'in Turkiye'ye ilk geldigi gunleri yasamis olmaktir.
-Doritos'a panco diyebilen nesildir.
-İlkokul 5'te
Anadolu Liseleri ve Kolejler sinavina hazirlanmak.
-Berlin duvarı'nın yıkılmasının tek sonucunun, berlin'in farklı
kısımlarında oturan akrabaların artık birbirlerini görebilmeleri
olduğunu sanmak.
-Banka olarak sadece imar bankasini bilmek...
-Yakari izlemektir.
-"Eskiden buralar portakal bahcesiydi, boş araziydi" diyebilmek.
-Street Fighter'da "Guy" ile oynamak.
-Bilye, gülle oynamak.
-gazoz kapagi oynamak.
-Televizyonla büyütülen ilk nesil olmak.
-emanulla izlemek..
-mahalle maçları yapmak..
-commodore 64 efsanesi..
-cumartesi geceleri bir baska gece'yi izlemek ve ozellikle benny
hill'in skeclerini yakalamaya calismak
-solo test'te 1 tane birakip bilgin olmaya kasmak
-hbb'de amerikan futbolu maci izlemek
-anadoludan gorunum'u izlemek ve sehit haberleriyle
uzulmek
-Edi ile Büdü hastasi olmak .
-Sadece pazar günleri yikanmak.
-Kontra pedal BMX bisiklet sahibi olmak.
-Cine 5'in ilk acildigi gune ve aksamina tanik olmak.
-"Bugun günlerden cuma, merhaba hanimlar merhaba"
-Moonlighting, hayat agaci, cesur ve güzel izlemek.

80'lerin sonunda, 90'larin basinda cocuk olmak zor ama bir o kadar
da guzel bir seydir.Bir ülkenin hangi aşamalardan, nasıl geçtiğine
tanık olmaktır...

7 Aralık 2009 Pazartesi

18 ay doktor kontrolü

Araya bayram girmesi sebebiyle Dr ziyaretimiz geç kaldı. Bu ziyaretin konuları yemek, tuvalet alışkanlığı,oyunlar ve rutin yapılacaklar..

Yemek konusunu daha bir ciddiye almam gerektiğini kavradım.Dr bey ortalığı dağıtsada kendine güveni gelmesinde çok büyük rol oynadığından bahsetti. Mutlaka kendi yemeye çalışacak ben arkadan takviye yapıcam. Meyva çok iyi yemesi sebebiyle vitaminimizi kestik - özelliklede benim isteğim üzerine -. Dışarıdan kek, bisküvi vermiyoruz ev yapımı olanlarını tercih ediyoruz.

Tuvalet eğitimi konusunda sıpamın yaptıklarını söyledim. Oğluşun kaka yaptıktan sonra rahatsız olmaması bu işin biraz zor olacağına işaretmiş eyvahlar olsun. Zaten ne zaman kaka yapacağını söylese ben '' hadi oğlum banyoya gidelim diyorum'' Tepki hemen '' ıı ııı'' Açıncada altını köşelere gidip yapıyor bunada izin vermemek lazımmış. Zaten izin veren kim beni dinleyen mi var? Birde klozet adaptörü deniyeceğiz ama almadan klozete oturtcam bakalım tepkisi nasıl?

Bol bol kitap okuyun dedi ve gösterin. Bu konuda şükür sıkıntımız yok çok ilgili. Ancak kendi kendine oyun oynaması öğretilmeliymiş işte burda sıkıntı yaşarız bizsiz asla yapmıyor deniyecez bakalım.
Bunun dışında yağmur fırtına haricinde her gün açık hava şart ve hergün banyo ( valla hergün banyo yapamıyoruz), Isırma vurma gibi olaylara tepki vericez ,kızıyoruz, yaptığınız yalnış olduğunu anlatıyoruz vs. vs..

18 ay itibariyle boyumuz 87 cm kilomuz ise 13.750 gr.

Not: Doktorumuz '' Domuz gribinin diğer griplerden bir farkı yok.Domuz gribi aşısı değil hiç bir aşıyı önermiyorum.Bu sene bu seneye başka bir grip, kronik hastalığı olmadığı sürece hiç bir aşı yok''diyerek içimizi rahatlattı.

4 Aralık 2009 Cuma

Zıt kavramlar

Ancak vakit oldu hemen Tuna'mı uyutup işe koyuldum. Ve ortaya bu çıktı işte. Gayet basit bir çalışma oldu.Buradan zıt kavram kartlarını indirip renkli çıktısını aldım. Okuldan öğrencilerin daha önceki senelerden yapıları poster çalışmalarını atmayıp mukavvasını buradan kullandım. Lamine edecektim ama sonra vazgeçtim. Kartları 3'lü bloklar halinde sunacağım hepsi karışınca kafasıda karışacak çok renkliler.
Bakalım kalkınca nasıl tepki verecek.



3 Aralık 2009 Perşembe

Yapılacak ne çok şey var.

Şu sıralar okulda bir yoğunluk hakim sınavlar ,analizler, tesler gel bide bunlarla evde uğraş derken kendime ayırdığım bir damlacık vakitte uçup gidiyor onu ütüle, bunu yıka , yemek yap derken.. Oysa ki oğlum için aklımda olan yapmak isteyip yapamadığım o kadar çok şey var ki.
Malzemeleri ancak bugüne toplayıp asıl malzememiz mukavvayı okulda unuttuğum karşıtlar kartları, http://www.inciminci.com/ de gördüğüm balık tutma oyunu, yine bir oyun sitesine bulduğum eşleştirme kartları vs.vs bir iki güne hazır olur ama yapacak adam lazım.
Tunam yaklaşık 3,5 aydır eşleştirmeleri rahatlıkla yapabiliyor ama acaba kitapta artık ezberledi mi diye anne onu bir sınava sokmak istedi.

Burda en kızgın bakışımızı atmaya çalışıyoruz.

Artık oğlum zıplıyor teyzeleri baya bildiğin zıplıyor ve bunu yapabilmenin verdiği zevk çok güzel olsa gerek her seferinde zevkten kendinden geçiyor.Okuduğuma göre zıplayabilmek çocukların dönüm noktalarından biriymiş ve çok zormuş onlar için.


Tosunuma legolar aldım 18 ay için olanlarından çok hoşuna gitti.Kendi kendine bişeyler yapıyor işte. Beraber uçak ,kamyon yapıyoruz ama babamız bu konuda daha iyi ben yaratıcı değilmişim onu anladım.



Beraber yatarken - Allahım o ne büyük bir zevkmiş- sımsıkı sarılarak yüzümü, gözümü , dudaklarımı her yerimi öpüyor kıkırdıyor. Çocuğum bana düşkün değil diyenler utansın.

Muradımla bir Fringe sevdası aldı götürdü bizi. Bilim ve teknolojinin oldukça gelişmesiyle teori boyutunda kalan birçok deneyin gerçekleşmesiyle yaşanan olaylar dizisi var burda. Olan olayların hepsi bilime dayalı ve teknolojinin gelişmesiyle olabilecek şeyler. Her akşam tosun uyur uyumaz Finge'nin karşısındayız uykusuz kaldıyorum bir süredir.Tam bir dizi, sinema koliğim ne edeyim.

1 Aralık 2009 Salı

Disko disko III


Sonunda konuşan şu insanlarada sinir oluyor. Kim oluyorlarda müziği kesiyorlar di mi ama hemen kanalı değiştirmek lazım.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Hülya'dan yola çıktık Ayça'dan ilham aldık.

Hülya'da gördüm hemen işe koyuldum. Biraz buldumcuk gibi oldu ama bu blog arkadaşlığı çok faydalı neler öğreniyoruz ya..
Tunam katı gıdalara geçtiği andan itibaren bana hiç sorun yaşatmadı. Bir çok yemeği azda olsa yedi ve ben bu konuda hiç zorlamadım istemediyse hemen mama sandalyesinden indi bir sonraki öğüne kadar aç kaldı.
Hülyanın post konusu hazır bebek mama ve bisküvileri. Bu konuda ben oldukça katı davrandım. Hiç ağzından kavonoz maması girmedi hep kendim yaptım muhallebisini. Mama kıvamındada yiyecek çok nadir verdim. İlk kahvaltıya geçişte biraz bulamaç gibi yapsamda sonra yalnış yaptığımı düşünerek hemen vazgeçtim.Aslında çok muhallebi vermedimde diyebilirim dr. diyet verdi çünkü bir dönem bize. Bu sebeple belki Tunam şeker ihtiyacını gidermek için meyvaya saldırdı. Her türlü meyvayı yiyor diyebilirim. Günde nerdeyse 5 porsiyon meyva yiyor abartmıyorum.
Kaçınılmaz sonuçla yüzyüze geldik artık Tunam tanıştı bisküviyle arada biz tattırdık (her verişte vicdan azabı duydum ) ve şu sıralar dışarıda oynarken arkadaşlarından görüp annelerinin ya da bakan kişilerinde canı çekmesin diye tosunumun eline tutuşturduklaı bisküvilerden dolayı oğluş evde biskü biskü diye dolaşır oldu. Ve Hülya'nın postu Ayça' nın bisküvi tarifi imdadıma yetişti.



Ama ben öyle şekil falan vermedim bardakla yuvarlayı verdim

Yemek konusunda ise arada yemek seçmeye başladık gibi taze fasülye , pırasa, ıspanak 1 hafta yiyorsak 2 haftaya sevmiyoruz , balık 1 aydır ağzına sokmuyor nerdeyse 1 tanesini kendisi yerken, etlede pek aramız yok.
(Haa haaa çok güldüm yemekle hiç sorun yaşamayan anneye bak.) Yemediğinde alternatif yaratıyoruz mutlaka yiyor aç kalkmıyor yani sofradan.
Dikkat ettiğim başka birşey ise mutlaka hergün taze yemek pişir bizde. Yemekleri 4 kişilik yapıyorum. Her gün yemek yapmak bazen sinir bozucu olabiliyor aslında bir adı konsa gerisi kolayda..

20 Kasım 2009 Cuma

18. ayda neler oluyor?

İşte dönüm noktalarından biri daha 18 ay..
Two terribal'a iki kala, herşeyi kendisinin yapmaya çalıştığı şu sıralar anne bazen kendini çaresiz hissediyor.Allahtan Tunam aşırıya kaçmıyor inatlaşama konusunda - şimdilik- İlgisini çok çabuk başka bir yöne çekebiliyorum.
Bir önceki postta babaya ne kadar bağlı olduğunan bahsetmiştim.Allah sesimimi duydu mu yoksa Tuna'm mı hissetti bilmiyorum. Postu yazdığımın günün akşamına oğluşta değişmeler meydana geldi.Babamızın hasta olması sebebiyle beraber uyuyoruz. Totosunu dayıyor , kafayı bana doğru çevirip yanağıyla temas etmeye çalışıp eliylede yüzüme dokunuyor allahım işte o an benim bittiğim andır. Bu günde bir ilki yaşadık çıkarken ilk defa beni bIrakmadı kafasını boynuma gömdü. Kıyamadım, alışık değilim ben bu durumlara tabiii. Teyzemizle aşağıya kadar indik kapıdan yolladı beni gönülsüz gönülsüz.
Annenin türlü türlü versiyonu var bizde '' anne, anna, anamm'' birde soru sorar gibi, kaybetmişte arar gibi uzaltılmış hali ''anneee?''
Daha önceki danslarını koymuştum bloga dansları ilerlettik annaa, baba, oğul hep beraber dans ediyoruz. İkimizide kaldırıyor iki elinide hitler gibi kaldırarak ''baadaa'' ve türevlerini söyleyerek tekrar etmemizi istiyor ve bizde yapıyoruz o andaki halimizi görseniz.. Parmağında oynatıyor yani..
Zıplamaya çalışıyor sürekli parmak ucuna kadar geliyor ama yerden kesilmiyor o patatesler..

Boya yapmaktanda sıkıldık biz, kitap okumaktan, oyuncaklarla oynamaktan, pencereye bir '' hohhh '' yapıp baba yazmak daha çok hoşuna gidiyor ne isterse artık. Geçen gün süngeri aldık üzerine kürdanları sapladık çok hoşuna gitti eline battığı içinde oldukça dikkatli yaptı.Yine aynı kürdanları kendi kutusundan başka bir yere boşalttık, ama ne olur ne olmaz diyerek kaldırdım geri malzemeleri.




İlk tatlımızı yaptık ama baba kontrolünde..



Tuvalet durumunda ne haldeyiz?
Banyoya gidiyoruz kaka yapıcağı zaman, bezini çıkarıyoruz, bizimki lazımlığa değilde banyonun bir köşesine gidip kaka, çişin yapıyor. Kalkıyor şöyle bir arkasına bakıp uzun bir '' aaa aaaaa'' çekiyor sonra tekrar oturup yapabilecek mi kendini test ediyor. Kıpkırmızı kesilip ıkınıyor ama gerisi gelmiyor tabii.
Şimdi arkadaşlar soruyorum bu duruma hiç tepki vermemelimiyim yapsın mı yoksa (lazımlığa oturmuyor) hemen bezleyip bezemi yapmasını sağlıyayım?
Eskiden herkesle paylaşırdı elinde ne varsa şimdi ise pek vermiyor özelliklede kendinden küçüklere ve yaşıtlarına, ama abi abla olursa o başka hemen veriyoruz. Dışarıdayken dikkatimi çekti. Her zaman dışarıya çıkarken aldığımız baston tekerleğimiz var hep alırız ama hiç oynamayız. Eğer ki bir abi abla görürsek hemen onu alıyor ve kendilerine doğru ses çıkarta çıkarta giyoruz. Galiba onunla abi- ablası oynasın diye:))


Henüz cümle kurmaya geçmedik. Ama kelime hazinemiz gün be gün artıyor çogu zaman uyduruyoz aslında beklemedeyiz.
Tosunumun çok iyi bir müzik kulağı var. Ona söylediğimiz sarkıları taklit edip söyleye biliyor. Komşumuzun öğrettiği harmancık tekerlemesini, daha dün annemizin.. vs. kendince uydurup melodisiyle tekrar ediyor yakalayabilirsem buraya koyacağım.
Küpleri üst üste koymaya başladı vura vura çok hırçınız çokk.
Vs vs. hergün Tuna'mla yeni bir yenilik gerçekleşiyoR.
Yarın öğretmenler günü tüm öğretmenlerin öğretmenler günü ve gelecek kurban bayramınızda kutlu olsun bayramdan sonra görüşmek dileğiyle bye..

19 Kasım 2009 Perşembe

Baaabaaaa

Şu sıralar hiç yazasım yok hergün blog arkadaşları neler yapmış merakla okurken elim yazıya varmadan kapatıyorum bilgisayarı. Tunamla çok ilgilenemediğimi düşünüyorum şu sıralar ve bana düşkün olmayışının sebebini belkide buna bağlıyorum. İçin için kıskanıyorum o ikisini.
* Pencereye buhar yapıp karalıyoruz. Uzun bir '' Baa baaa'' çekerek yazıyor aklı sıra,
* Boya yapıyoruz yine '' baba'',
* Gece uyanır '' baba'' ve babasız sakinleşmez.
* Gündüz dilinde'' baba'',
* Akşam ''baba'' eve gelir benim yüzüme bakmaz.
* Akşam yatarken emişiriz ama '' baba'' ile uyuruz.
* Çöp atmaya, ekmek almaya, pazara, alışverişe ''baba''sıyla gideriz. Ben evde saçını süpürge eden rolünde..
* Sabah anne işe gider artık beni geçirmeye bile gelmez.'' Baba '' gider ortalığı yaygaraya verir.
* Öğlen anne işten gelir karşılanmaz.'' baba'' akşam gelir daha anahtar tıkırtısına kapıda biteriz.

İsyanlardayım bu kadar mı olur yaa?

10 Kasım 2009 Salı

mim

Sevgili Esra bizi mimlemiş.Biarz geç kaldık hemen cevaplıyoruz.

1) Bloğuma neden bu ismi verdim ?
Ahh adından belli özel bir sebebi yok tosunumun ismi. Unutmamak ve hatırlanmak amaçlı tosunuma yazdığım, birazda benim günlüğüm gibi olan bloğa farklı bir isim vermedim.

2) Bloğu yazarken attığım star tribi?
Valla hiç tribe girmem. Trib atacak kimse yok.Yemek yerken takılıyorum işte. Sonra gelsin ev işleri zaman kısıtlı ne yapalım.

3) En son satın aldığın garip şey ?
Kullanamayavağım garip şeyler almam genelde yakın zamandada almadım.

4) Şeker gibi olduğun anlar
Akşam ya da hafta sonu tosun uyuduğunda bitanemle sinema keyfi yapmak.
Hafta sonu kahvaltılarını söyle uzun uzun aşkımla çayımızı yudumlayarak geçirmek.
Tosunumun en güzel tonuyla '' annaa'' demesi.
5) “Arkadaşım sormayın artık şunları” dediğin şeyler
Tuna'yı görüpte kızmı diye sorulması hala soruyorlar.

6) Aynaya bakınca gördüğün ?
Hep yorgun, yerlerde sürünüp paspas haline gelmiş gibi hisseden bir kadın.
7) Kendini okutan blog dediğin
Kayıtlı olan tüm bloglarım ,hergün bir hevesle bu gün ne yaptılar diye bilgisayar başına geçiren
8) Bu blog sahibini nerde görürsün ?
Evin etrafında Tunamla gezinirken. Pek fazla gezmiyorum desem yeri. Alışveriş için Carrefour, kipa, karşıyaka çarşı

Nerdeyse herkez mimlendi. Bu aleme yeni katılan Arda'nın annesi Narin'i, 2 çiçek bir böceğin annesi Şenayı mimliyorum.
Not: Şu blog adresin yazmayı bir türlü beceremedim. Hani şu ad tıklanınca blog karşına çıkıyor. Biri bana yardım etsin.

8 Kasım 2009 Pazar

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır''.

"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır''.

3.Sınıf kışı
Hava soğuk kapı çaldı.
İçeriye giren kısa boylu şişkoca bir müfettiş,
yanında elleri önünde bağlanmış ceket düğmeleriyle oynayan müdürüm ''buyrun efendim ''diyor.
Buyuruyor,
herşeyi ben bilirim ifadesiyle geziniyor,
ve bana
''sen'' diyor''sen kalk bakalım oku İstiklal Marşı'nı ezbere''
Hemen kalkıyorum,biliyorum çünkü , okuyorum 11 kıtayı 12 ye gelince tekliyor kelimelerim karışıyor birbirine
müfettiş kafayı iki yana sallayıp cık cık cık lıyor
bir kaç sorudan sonra çıkıyor.
Öğretmenimiz kızıyor
Ben üzgün yanımdaki Fatmaya diyorum ki
''Şaşırdım Atatürk bana bakınca,şaşırıncada kötü kötü bakı bana ''
''Nasıl yani Atatürk sanamı baktı''
''Evet''diyorum Fatmaya inanmıyor.
Teneffüste sınıfın köşelerine,kenarlarına,sıra altlarına bile giriyoruz nereye gitsek o hep bize bakıyor.
O günden sonra her baktığımda soru bilemediğimde, kaşları çatık bildiğimde ise bana gülümsüyor-DU-
Resmi 3 sene önce değiştirilene kadar .
Artık sınıfta bakmıyorsun ne öğrencilere ne de bana
Uzaklara bakıyorsun küçültülmüş gök mavisi görünmeyen gözlerinle,
ve ben baktığımda sana her sabah hep küstüğünü düşünüp
dönüyorum 3.sınıf kışına...
Sevgimin bloğunda gördüm birmilyon kalemin başlattığı imza kampanyasını ve dedimki benimde imzam olmalı
sizde benimde imzam olmalı diyorsanız buraya bir yorumunuz yeterli.
Atamızın ölüm yıldönümü olan 10 Kasım'da yine anlamlı bir kampanyaya imza atıyoruz.
Atamızın veciz sözlerinden "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözünün altına imzamızı atıyoruz.
Ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak, kardeşlik duygularını pekiştirmek adına bu anlamlı günde 10 Kasım'da Atatürk'ün huzurunda Anıtkabir'de sunulmak üzere bir imza kampanyası düzenliyoruz
.Kampanyamıza katılmak ve destek olmak için yapabilecekleriniz iki adımda gerçekleşiyor.
Birincisi: Açtığımız Postun altına Yorum bölümüne 1 satırı geçmeyen yorumunuzla birlikte Adınızı yazıp gönderiyorsunuz.
İkinci olarak ise kampanyamızı duyurmak. İsterseniz duyuru logomuz
u sitemizin linki ile birlikte kendi sitenize ekliyorsunuz. E-postalarla dostlarınıza kampanyayı dıyurabilirsiniz.
10 Kasım'a sayılı günler kaldı. Ne kadar hızlı ve çabuk bu iletiyi yayarsak o kadar çok kişiye ulaşmış oluruz.
Haydi, hep birlikte ve yüksek sesle söyleyelim:"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

http://1milyonkalem.blogspot.com/2009/11/altna-imzam-atarm-yeni-kampanya.html

5 Kasım 2009 Perşembe

:))



Resim yaparkenki mutluluğun tablosu..

Dairesel karalamalara geçişimiz..



Toprak anaya iletişimimiz..


Arkadaşla oynamanın verdiği haz..


Dışarıda yanımızdan hiç ayrılmayan Belinda..

Ve her akşam yaptığımız dans sov figürlerinden..
Biz yokken neler yaptık kısa kısa kareler..

4 Kasım 2009 Çarşamba

17 ay, hastalık, yaşananlar vesire vesaire..

Uzunca bir süredir yoktuk. Annemlerin gelmesi, Tuna'mın akabinde rahatsızlanması,kusmayla başlayan ama başka hiç bir göstergesi olmayan ne olduğunu anlamadığımız arada beni de yoklayan hastalıkla başımız dertteydi. Ben 1 günde atlatırken tuna'mın 2-3 gün sürdü ve daha sonrasında da iştahsızlık başgösterdi. Şükür şimdi iyi yemesi tekrar normale döndüama süzüldü tosunum. Dilimi ısırayım bebeği yemeyen anneleri şimdi daha iyi anlıyorum.
Bu arada 17 ayımıza girdik. 1,5' a 1 var diyoruz artık. Olumlu şeyler yaşarken olumsuzlarıda yaşıyoruz her anne gibi bir de buna benim gereksiz evhamlarım eklenince dünyayı kendime zindan edebiliyorum. Bazen anneliği beceremediğimi düşünürken blog arkadaşların yazısını okuyorum demekki bütün bebekler böyleymiş diyorum.
Tuna'mın gereksiz yere bağırması, çığlık atması, çabuk sinirlenip ısırmaya çalışması beni çok düşündürüyor yalnış mı tavır sergiliyorum ona karşı? Hiç tepki vermemelimiyim? Ama ısırırken beni nasıl tepkisiz kalabilirim? Bunlar beni bayağı bir düşündürüyor.
Yemek konusunda daha doğrusu kaşık kullanma konusunda çok yol katedemedik. İsteyince yiyebiliyor fakat doymaya yakın oyunlar başlıyor, ya da hiç yemiyor sürekli tabağa vuruyor. Ne yapsam?
1. Ya zamanı gelince ,ince motor becerileri gelişince yiyecek diyerek işi zamana bırakacağım.
2. Ya da Tracy'nin dediği gibi 2 yaş yaklaşıyor herşeyin bir güç mücadelesine dönüştüğü o zamanda beni dahada zorlayacak bu konuylada uğraşacağım bakalım..

Geriye dönüp yazılarıma baktığımda ne kadar güzel anne çocuk modeli çizmişim dedim kendi kendime.Hep mutlu, güzel, olumlu anıları yazarken..
Neyse birkaç güzel yönlerini daha yazayım sıpamın.

*Tuvalet eğitiminde artık lazımlığa oturup ıkınma sesi çıkarıyor o kadar.
*Boya işlerini ilerlettik. Düz çizlerden dairesel çizgilere geçtik hatta benim yaptığım resimlerin üzerine dikketlice eğilip içlerini boyamaya çalışıyor ama beceremeyince sinirleniyor.
* Artık her şeyi bazen beceremesede söylemeye başladı. Cümle kurma henüz yok sadece '' baba mama'' diyerek sofraaya çağırıyor babasını onada cümle denirse.
Bu gün yoldan geçen eskiciye '' eskidiii'' diye bağırdı zevkten bayılıyodum.
* Pazardan gelince '' pataaaa'' diye bağırarak patates satıyor. Ya da '' geee gee'' ( gevrek)diyerek simit satıyor. Parasını alıp cebine koyuyor. Ne anlıyorsa paradan?
* Dans etmede son noktadayız fiğürlerine ayak hareketlerinide ekledi her akşam dans şov var bizde.
Sizide bekleriz.

3 Kasım 2009 Salı

Fikir sahibi damaklar diyor ki!!

http://www.fikirsahibidamaklar.org/bulten/2/



Anneler! 26 Ekim Pazartesi günü 27388 sayılı Resmi Gazete'de sizi, ailenizi, çocuklarınızı çok yakından etkileyecek bir yönetmelik yayımlandı:

Tohumluklar dışındaki genetiği değiştirilmiş organizma ve ürünleri ile bunları içeren gıda ve yem maddeleri hakkında karar verme, işleme, ithalat, ihracat, izleme, tescil, etiketleme, kontrol ve denetim ile ilgili usul ve esasları kapsayan Gıda Ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar Ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol Ve Denetimine Dair Yönetmelik" !

Şu andan itibaren market raflarına uzanıp da aldığınız herhangi bir ürün, çocukluğunuzda yediğiniz, yemeye alıştığınız gıda olmayacak. Çocuklarımıza "çocukken yediğimiz"i yedirme hakkımız, elimizden alındı. "Yerine koyduğumuz"sa, çocuklarımıza yüksek ihtimal daha fazla sağlık problemi olarak dönecek. Yeni doğanlarımızda daha fazla otizm göreceğiz. Yeni doğanlarımızın daha çoğu yaşamayacak. Çocuklarımızın çocuklarını görebilme ihtimalimiz, annelerimizinkinden daha düşük olacak...

Aldığınız her ürünün etiketini okuyun. Her içeriği sorgulayın. Endüstriyel, hazır, paketlenmiş gıdalardan uzak durun. Organik ürün tercih edin. Sertifikasyon sistemi mükemmel olmasa da, bu ürünler diğerlerinden pahalı görünse de gözünüze, düşünün ki gerçek gıdayı tanımlamanın henüz başka bir yolu yok. Gerçek gıda tüketin. Gerçek gıda tüketmemek çok daha pahalı, unutmayın. Çocuğunuza ne yedirdiğinizi ve neden diğerini yedirmediğinizi anlatın. Anlatın ki, o da kendini koruyabilsin.

Ve unutmayın: bugünün dünyası kazanç odaklı! Cebinizdeki o binbir güçlükle kazandığınız paranın alım gücüne son kuruşuna kadar güvenin. Onu gerçek gıdaya yatırın. Düşünün ki raflardaki onca yapay ürün, onca niteliği düşük gıda siz satın almadığınızda karlılığını yitirecek. Düşünün ki, gıdaymış gibi yapan onlarca kavanoz, kutu ve şişe siz satın almadığınızda üretenlerine birer zarar olarak geri dönecek. Ve hayal edin, bir gün, eğer, çokuluslu şirketler fark ederlerse ki tüketici gerçek gıdaya yöneliyor, kimbilir, belki üretimlerini gözden bile geçirirler.
Gerçek gıdaya eşit erişim hakkı
çocuklarımızın en temel hakkıdır!

Bu yönetmelik bizi kollayan bir yönetmelik değil.
Bu yönetmelik çokuluslu şirketlere toprağımızı, tohumumuzu sömürme yolu açan bir kapı.
Vatandaşını ticaretin, gerçek gıdayı GDO'nun önüne koyan bir yönetim arzuluyoruz.
Biz GDO'lu gıdaların yönetilmesini değil, yasaklanmasını istiyoruz.
Yönetmeliği kaleme alan ve altını imzalayanlara bir çift sözümüz var:
"Oğul sadıklığın bu muydu? Valla kurda yedirdin beni!"

ÇIKALIM ŞU MARKETTEN!!

Yazının linkini verdim ama aslınıda bloga koymak istedim .Okulda ulaşabildiğim herkese dağıttım. Belki birilerine sesimizi duyururuz. Ben ne mi yapıyorum? artık mümkün olduğunca marketten alışveriş yapmamaya çalışıyorum. Yapabildiğim müddetçe! Ama sağlıklılarını nasıl bulacağız oda bir muamma ?!!Keyifli okumalar.





ÇIKALIM ŞU MARKETTEN!!

Markete gittiniz. Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik yeşil etiketleri, tek renk, tek ses, tek yürek halleri, yüksek fiyatlarıyla tezgâhların yıldızı, kan kırmızı domatesler. Yemediniz mi daha? Yiyeceksiniz! Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları. “Tatmin olma” duygusu köreltilmiş, “yeter” sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zekâ ürünleri onlar. Onlara şimdi domates diyorlar. Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar. Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar... Hava mı lazım? Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor. Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor. Kuş mu lazım? Aşkolsun! Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri, dölleniversinler, kurda kuşa muhtaç olmadan. Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler. Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...

Hâlâ markettesiniz. Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde, dolaşıyorsunuz raflarda. O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz. Nasıl söylemeli, bilmem ki? Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok! İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin: “Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır.”

Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız? İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu. Ağaç talaşı, mermer tozu dahil önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar. Günde 100 kilo süt veren inek yaptılar! Ne demek biliyor musunuz bu?

Alışverişe devam
Market arabasını sürmeye devam. Üzümleri gördünüz mü? Sanki bağdan yeni gelmişler. Dipdiri, ipiriler. Nereden geliyor bunlar? Şili’den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? Üç-beş gün oldu. Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda buralara geliyor.

Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de üç-beş gün daha, bana mısın demiyor mübarek. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü artırır, dane ağırlığını artırır, dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir, güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır, bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır, dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir, yüksek kalite ve standart sağlar, raf ömrü uzar.
“Oyy! İçime fenalık geldi, çıkart beni buradan” diye feryatlar eden okura biraz sabır.
Kayseri’ye gittiniz, eh dönüşte adettir memlekete biraz mantı götürülür. En ünlü mantıcının önünde durdunuz. Yol uzun ama mantılar vakumlu paketlerde, hiçbir şey olmaz bunlara. “Taaa Amerika’ya gönderiyoruz biz, hiç merak etmeyin” diyor satıcı. Aldınız birkaç paket, doğru evdeki derin dondurucuya. Günün birinde canınız çekti, attınız mantıları kaynar suya. Ama bu nasıl tat? Kıyması mı farklı, ne? Cahillik içinde yüzen okura bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazının zamanla gıdayı zehirlemesinden kaynaklanan tat. Şimdilerde adlarına “gıda gazı” diyorlar.

Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için içlerini gazla dolduruyorlar. Azot gazı da oksijen istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye, görün neler yediğinizi raf ömrü uğruna.

Daha durun! Petunya ve karnıbahar geni konmuş mısırlardan yapılan cipsleri de yiyeceksiniz. Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız. Diyebilirsiniz ki, “hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez”. İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki! Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2720 kilokalori gıda düşüyor. Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar. Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.

Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. Neye ağlayıp neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi de. İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz. Tanışmadığımız insanlarla klavyelerle kavga ediyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz. Adına “bilgi” dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz. Bir an önce çıkmak lazım bu marketten, hadi durmayın, acele edin. Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.
Sunay DEMİRCAN

Markete gittiniz. Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik yeşil etiketleri, tek renk, tek ses, tek yürek halleri, yüksek fiyatlarıyla tezgâhların yıldızı, kan kırmızı domatesler. Yemediniz mi daha? Yiyeceksiniz! Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları. “Tatmin olma” duygusu köreltilmiş, “yeter” sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zekâ ürünleri onlar. Onlara şimdi domates diyorlar. Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar. Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar... Hava mı lazım? Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor. Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor. Kuş mu lazım? Aşkolsun! Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri, dölleniversinler, kurda kuşa muhtaç olmadan. Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler. Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...

Hâlâ markettesiniz. Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde, dolaşıyorsunuz raflarda. O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz. Nasıl söylemeli, bilmem ki? Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok! İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin: “Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır.”

Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız? İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu. Ağaç talaşı, mermer tozu dahil önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar. Günde 100 kilo süt veren inek yaptılar! Ne demek biliyor musunuz bu?

Alışverişe devam
Market arabasını sürmeye devam. Üzümleri gördünüz mü? Sanki bağdan yeni gelmişler. Dipdiri, ipiriler. Nereden geliyor bunlar? Şili’den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? Üç-beş gün oldu. Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda buralara geliyor.

Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de üç-beş gün daha, bana mısın demiyor mübarek. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü artırır, dane ağırlığını artırır, dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir, güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır, bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır, dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir, yüksek kalite ve standart sağlar, raf ömrü uzar.
“Oyy! İçime fenalık geldi, çıkart beni buradan” diye feryatlar eden okura biraz sabır.
Kayseri’ye gittiniz, eh dönüşte adettir memlekete biraz mantı götürülür. En ünlü mantıcının önünde durdunuz. Yol uzun ama mantılar vakumlu paketlerde, hiçbir şey olmaz bunlara. “Taaa Amerika’ya gönderiyoruz biz, hiç merak etmeyin” diyor satıcı. Aldınız birkaç paket, doğru evdeki derin dondurucuya. Günün birinde canınız çekti, attınız mantıları kaynar suya. Ama bu nasıl tat? Kıyması mı farklı, ne? Cahillik içinde yüzen okura bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazının zamanla gıdayı zehirlemesinden kaynaklanan tat. Şimdilerde adlarına “gıda gazı” diyorlar.

Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için içlerini gazla dolduruyorlar. Azot gazı da oksijen istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye, görün neler yediğinizi raf ömrü uğruna.

Daha durun! Petunya ve karnıbahar geni konmuş mısırlardan yapılan cipsleri de yiyeceksiniz. Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız. Diyebilirsiniz ki, “hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez”. İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki! Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2720 kilokalori gıda düşüyor. Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar. Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.

Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. Neye ağlayıp neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi de. İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz. Tanışmadığımız insanlarla klavyelerle kavga ediyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz. Adına “bilgi” dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz. Bir an önce çıkmak lazım bu marketten, hadi durmayın, acele edin. Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.
Sunay DEMİRCAN

19 Ekim 2009 Pazartesi

Biri beni dinlesin!!!!

http://www.pi.web.tr/?p=4677

Pinik kuşun yukarıda belirttiğim postunu okuyunca dellendim. Nerelere geldik elimizden hiç birşey gelmiyor mu yahu!!
Arkadaşlar çok izleyenim yok ama arkadaşlarımın var. Kampanya başlatalım her kez konuyla ilgili ne bulursa bloglarında yayınlasınlar. Öğretmen olan arkadaşlarım başta olmak üzere ( ulaşacakları kitle daha fazla) herkez birbirini bilgilendirsin. mail atsın. Belki birileri duyar, duymasada ürün almazsak marketlerdeki reyonlardan işte o zaman duyarlar. Ben ilk başta velilere göndermek üzere bir yazı hazırlıyorum. Öğrencilerede konuyla ilgili sunular hazırlayacağım. Mutfak hanımların elinden geçiyor ulaşmaya çalışalım. Katılan katılmayan herkese teşekkürler.

15 Ekim 2009 Perşembe

Kitaplarımız geldi!!

Tüm bloglarda ''yok Tracy şunu dedi,tracy'nin kitabında şöyle yazıyor, böyle uygulayın diyor.'' gibi bir sürü yazı gçrünce merak ettim biraz almak için geç kalsakta okuycaz bakalım bu Tracy ne diyor. Gerçeten övülüyor kitap uyguladığında da olumlu sonuçlar alıyormuşsun ben en çok tuvalet eğitimind efaydalı olur diyerekten aldım bakalım okuyalım bir hele..
Diğerinide Büşra önermişti güzel bir kitaba benziyor bakalım ne yazıyor.






Tübitak2ın iki kitabınnı aldık ama Tuna'mın biraz daha büyümesi lazım büyüklükleri öğretirken boyama, çizimlerde var. Şimdilik resimlerine bakıcaz.



Buna ise pek rabet göstermedi sıpa. Aşağı yukarı tudemden aldıklarımızın aynısı var içeriğinde yine de bir süre oyalayacak bizi.


Her akşam babamızı karşılamaya çıkıyoruz.Kitapları elinde gördüğünde alıp yolun ortasında bakacaktı neredeyse eve gidesiye çıldırdı.Ne büyük bir aşktır bu.Hoşuma gidiyor onu böyle ayaklarını uzatıp kitap karıştırdığını görmek:))

13 Ekim 2009 Salı

Akıllı bebekler ve anneleri

Bu bir blog buluşması değildi. Mesai arkadaşlarıyla geçirdiğimiz kısa,gürültülü,asla hep beraber masaya oturamadığımız, ''dur ,vurma ,annecim onu yerine koyarmısın'' dediğimiz ama bir o kadarda paylaşım yaptığımız bir toplantı oldu.Üç böceğin yanında bir de uğur böceği vardı ki sadece ve sadece o güzel bir şekilde oturup oynadı.Bizim üç veletlerde bir orda bir burda annelerini peşlerinden sürüklediler.

Arda Tuna'mdan 1 ay küçük emeklemesine rağmen hepsinden daha hareketli, sürekli Duru'ya sarılma ve öpme çabasındaydı çapkın seniii.

Ege 4 yaşında bir dahi.Okumayı tamamen sökmüş durumda bizi hayretler içinde bırakıyor annesiyle birebir tartışırken.

Duru tam bir hanımefendi tüm gün boyunca hiç istifini bozmadan oyuncaklarla oynadı, oturdu prenses.

Tunamı tanıyorsunuz her üçünüde ağzı bir karış açık izledi, şaşırdı.Eve çok arkadaşı gelmeyince. Bir ara Arda fırının kapağını açınca işaret parmağını sallayıp,kaşlarını çatarak '' ııı ııı'' deyip abilik yaparken yakaladım.
Güzel bir gündü teşekkür ederiz







Tunamın bakışlarına bakarmısınız?

9 Ekim 2009 Cuma

Sosyalleşme ve aktiviteler

Yazmadan geçemiyeceğim. Tosunumun büyümesine günbe gün şahit oluyorum.Daha dün oturdu emekledi yürüdü derken artık sosyalleşmede farklı adımlar atmaya başladık.Şimdiye kadar parkta kendi başına oynar,çevreyi izler, arkadaşlarını uzaktan izlerdi. Artık büyüdü ya beraber oynuyorlar. Hatta evvelisi gün beni çok mutlu eden bir olay yaşandı.
-Annecim git arkadaşlarına '' merhaba de '' dedim.
Usulca gitti, kendisinden büyük abisine elini uzattı. Abisi ne olduğunu anlamadan elini tuttu ve tokalaştı. Bir güzel salladı ki elini.. İki annede gülünce bide kendine alkış yaptı tosunum.Şimdi her akşam birini bulup tokalaşıyoruz.

Büyümenin başka adımlarından biride ,aylar önce bıraktığım ABA eğitimine geri dönmem. İlki kadar çok sıkı olmasada ara sıra uğraşıyordum emeğimi yavaş yavaş almaya başladım sanırım ya da daha önce gösterdiklerim Tunamın aklında kalmış. Ben anlamıyor diye hayıflanıp bırakmışken:((
Kelime kartlarımız vardı daha önce yazmıştım. Ara ara onları gösteriyordum.Şimdi söyleyebildiklerini soruyorum.
''Köpek'' kelimesini gösteriyorum;
- Annecim bu ne?
-Haovv haovv!!
''Süt''ü görteriyorum.
-Düü
''Anne''yi,
-Anne anne
'' Baba'' yı,
-Baabbaaa!
Ah birazcıkda dilimiz çözülse.

Başka yaptığımız etkinliklerde karşıtlar.Daha çok kitaptan gösteriyorum.Uzun-kısa kalem,kirli- temiz çizme, siyah- beyaz kedi vs. Sorduğum zaman bana gösterebiliyor. Ama belkide şanstır diye düşünüyorum sonuçta %50 sansı var. Bazen yanılıyor çünkü. Evdekimateryalleri kullanmaya başladık.

Hergün mutlaka 10-15 dakika yarım saatten aktivite adı altında 3 adet oyunumuz oluyor.

Bunlardan biri kitap okumak En çok sevdiği kısım bu kucağıma geri geri gelerek önce bir güzel poposunu dayıyor.Sonra bir güzel başlıyoruz anlatmaya.10-15 dakikadan fazlasında çocukların ilgisi dağılıyor genelde ama kitap okumada biz bu süreyi aşabiliyoruz bazen kitap yeniyse tabi.Henüz seri bir şekilde okumaktan hoşlanmıyoruz. Eskilerden sıkıldık yeni kitaplarımızsa yolda siparişini verdik.

Diğeri boya yapmak. Boya yapmak çok uzun sürmüyor. Çünkü belli bir zamandan sonra yemeye başlıyor ya da etrafı boyamaya.

Bunun dışında nohutlarımızla kaşık tutmayı öğrenmeye çalışıyoruz ama hala istemiyor.Kaşığı vurmaya başlıyor,bırakıyor. Elle almak daha kolay di mi ama..
Arada ABA eğitimi veriyorum amAsıkılınca hemen bırakıyorum. her kartda en fazla 3 saniye gösteriliyor.
Dans etmek, oyuncaklarını toplamak, anneyle çamaşır asmak, yerleri bezle silmek vs. ev işleri tosunu oyalayan, kendinin faydalı olduğuna inanmasını sağlayan oyunlarımız.

4 Ekim 2009 Pazar

Bunları biliyormuydunuz?

Kafamda dolaşan hiç birşey yok ama yazasım var ne yazacağım bilmiyorum iyi mi?
Yağmurlu bir pazar oldu bu hafta kocam canım sıkılıyo diye kendini dışarı attı. Tunam odasında uyuyor rüya görüyor sanırım gözleri kıpır kıpır üstünü örttüm. Bende attım kendimi blog alemine arkadaşların yazılarını okudum.Bugün hiç verimli bir gün olmadı benim için.Şu günlerde kendim için birşeyler yapasım var dilediğimce alışveriş yapmak,canımın istediği vakitte film izlemek, saatlerce kitap okumak,istediğim vakite kadar uyumak,hatta yorulasıya temizlik yapmak, Tunama her vakit birşey olmasın kaygısını taşımamak ve sürekli bu sorumluluğu üzerimde hissetmemek, mek, mak,mak vs vs..
Hepimiz istiyoruz bunları biliyorum ama benim gibi aileleri yanında olmayanlar için bu bir kat daha zor. Ve bu koşuşturmaca artık hiç bitmeyecek çocuklar büyüse bile. Tamamen özgür kaldığımız günler geride kaldı.
Neyse bu istekler hiç bitmez..

Biliyormuydunuz?
* Çok uzun zamandan beri Tunamın ayakkabısını nereye koyacağını bildiğini ve koyduğunu,

* Yatağına bitişik basamaklı bir sürgülü dolabı olduğunu, sabah istediğinde oradan oyuncaklarını aldığını ve yatarken onları yerleştirip yattığını.

* Annesini ona aldığı yeni 5 adet kitabı artık nerdeyse ezberleyip ,sıkılıp ,artık bakmak istemediğini,

*Kitapların içindeki değişik hayvanların isimlerini bildiğini. Galago, lemur, koala,kanguru,penguen,örümcek vs..

*Oğlumun 5 'e kadar sayabildiğini '' bii, bii, bii, bii, biiiii'':))

*Kağıt yerine sinema sistemi ve duvarları boyadığını..

*Önce ısırıp sonra ısırdığı yeri özür dilemek için öptüğünü,

*Diş ağrısı yoksa sabaha kadar uyuduğunu,

*Karınca, sinek, örümcek, burnundaki sümük, inmek ,çıkmak bunların hepsinin onun için '' mii'' olduğunu,

*Artık herşeyi ağlayarak istemeye başladığını,

*Alt dudağını büzerek üzgün çocuk olduğunu,

* Ananeye kaşlarını çatarak çok kızdığını,

*Sütünü pipetten hüpleyte hüplete içtiğini,

*Verilen komutları arka arkaya yerine getirebildiğini,

*Lüle lüle olan saçlarının (kısada olsa, sarkık yanaklarının( çok yağımız kalmasa)koştuğunda zıpladığını,

* Pazardan gelirken babasına yardım edip eve kadar maydanoz ,dere otunu taşıdığını,

*Doğduğundan beri asla önlük taktıramadığımızı,

* Oğlumun ismini söyleyebildiğini,
- Oğlum Ömer de anneciğim
- Onü!
- Şimdi de Tuna de bakalım
- Dun dun :)

* Annesinin omuzlarına masaj yapabildiğini,

*Her sabah kalktığında ya da yattığında Winnie ve arkadaşlarına el sallayıp günaydın, iyi geceler dediğini,
Biliyormuydunuz?

30 Eylül 2009 Çarşamba

Sabır sabır

16. ayımıza girdik.15. aydan çok büyük değişiklikler olmadı.Sadece karşıma daha sabırsız , her şeyin anında olmasını isteyen , bağırdıkça bizim bakışlarımızı görüp daha çok bağıran bir Tuna ortaya çıktı bu ay.
Benim okula başlamam, kendini farketmeye başlaması ve 1 aydır patlamayıp üstüne üstlük deri altına kan oturan dişin rahatsızlığı böyle bir kimya yarattı Tuna'mdaBu dönemi atlatmanın tek yolunun sabırdan geçtiğini, anne ve babanın birlikte hareket etmesi gerektiğini biliyorum.Şimdiye kadar hep sakin hiç problem çıkarmayan bir kişiliğe sahip olan Tunamın bu halleri bizi biraz zorlamaya başladı.Anne baba olarak bu konuda ikimizinde yaptığımız yalnışlar var.Sanırım ikimiz niye bu çocuk sebepsiz yere ağlıyorki? Her istediği anında olmaz ki? gibi sorular soruyoruz ve Tunamında her çocuk gibi böyle bir süreçten geçeceğini yeni yeni sindirmeye çalışıyoruz.Ve bu konuların onun yanında konuşulmaması gerektiğini bir kez daha görüyoruz.Çünkü her şeyi anlıyor.( Babaaa sana ve bana güzel bir seminere çekicem)

Anne: Babası bugün oğlun beni fena ısırdı ne yapcaz gidgide huyu değişmeye başlıyor?
Çocuk bakar, sırıtır ve anne ya da babayı ısırmaya çalışır:))

Bir ara sürekli yüzümüze vuruyordu onu atlatmaya başladık ama ısırmaya döndü olay. Ama tam ağzını elime yanaştırıyor bu durumda elimi çekmiyorum. '' Annecim ısırınca canım yanıyor deyince'' hemen geri adım atıyor. Demekki anneye burdan bir ders daha çıkıyor sakince olayı büyütmeden konuyu açıklarsan sorunda çözülmüş oluyor.

Yok ben anladım bu işi sorun şurda biz ebeveynlerin yaptığı yalnış sürekli onlara emir verip kendi istediklerini yaptırmaya çalışması, sabredememeleri, karşımızdakininde bir birey olduğunu unutmaları.
Evvett olayı anladım ama işi nasıl çözümleyeceğim bakalım.

Ps: Bu çıkacak dişe kan oturması normalmidir bir bilginiz var mı?

28 Eylül 2009 Pazartesi

Ailede disiplin 2

Ahanda başka disiplin yolları. Acaba tanıdık geliyormu bir yerlerden? Biraz uzun oldu ama


Çocukların gösterdiği uyum ve davranış sorunlarının nedenlerinden birisi de anababalarının onlara uygun sınırlar koymamalarıdır. Bazı ailelerde disiplin yok gibidir. Çocuğun tüm davranışları hoşgörüyle karşılanır. “Çocuktur yapar”, “O daha çok küçük yüklenmeyelim” düşünceleriyle çocuğa sınırsız haklar tanınır.

Çocuk istenmeyen bir şey yaptığında anababa yumuşak bir şekilde “Yapma” mesajı verir, defalarca aynı mesajı tekrarladıktan sonra ikna edici nedenler ve açıklamalarda bulunulur. Bu arada çocuk istediği şeyi yapmaya devam etmektedir. Bazı evlerde ise disiplin vardır ancak ne zaman, nerede uygulanacağı belirsizdir. Annebabanın tutumu aşırı hoşgörü ile sert cezalandırmalar arasında gidip gelmektedir. Normalde izin verilmeyen bir davranış, anne babanın uğraşacak zamanı olmadığında ya da keyifleri yerinde olduğunda görmezlikten gelinir. Çocuk nerede durması gerektiğini bilemez. Davranışlarını “Ne zaman yaparsam cezadan kurtulurum” sorusuna göre ayarlar.Anne babalar kendi ruh durumları, çocuğun yapısı ve çevre koşulları nedeniyle çocuklarına karşı tutarsız davranabilirler. Hiçbir evde her zaman tutarlı olmak mümkün değildir. Burada sözü edilen tutarsızlık sürekli devam eden tutarsızlıktır. Birgün görmezlikten gelinen davranış, ertesi gün ağır ceza görüyorsa, annenin yaptığını baba bozuyor ya da babanın verdiği cezaya anne karşı çıkıyorsa, tutarsızlık gerçekten vardır. Tutarlı olmayan yaklaşım gevşek ve katı tutumların tüm sakıncalarını taşır. Çocukların sorumluluk almalarını engeller hem de onları aşırı deneme ve isyana teşvik eder. Tutarsız yaklaşım içinde annelerin sık başvurduğu yollardan birisi de acındırma yoludur. “Beni çok üzüyorsun”, “Sizin yüzünüzden hasta oldum”, “Beni birazcık seviyorsan yapma” diyerek çocuğun söz dinlemesini sağlamaya çalışan anneler vardır. Bu yolla çocuk endişelenir ama yine söz dinlemez hatta daha hırçın davranır. Bütün gün bağıran, azarlayan, söylenen anneler vardır. Çocuk davranışını annenin ses tonuna göre ayarlamayı öğrenmiştir. Anne en yüksek ses tonuyla bağırmadan söz dinlemez. Babaya şikayet etmek, babanın öfkesiyle korkutmak da diğerbir tutarsız yaklaşım örneğidir. Akşam baba eve gelinceönce çocukların bütün gün yaptıkları anlatılır daha sonra “Bu seferlik affet babası bir daha yapmayacağına söz versin” denilerek babayla çocukların arasına girilir. Çocuk uyarıların uygulanmayacığını öğrenir, ertesi gün aynı senaryo tekrar yaşanır. Uygulanması sakıncalı olan ama anababaların sık başvurduğu yöntemlerden birisi de çocuğa küsmektir. “Konuşma benimle, ben senin annen değilim”, “Git başka anne bul” cümleleriyle çocuğu yola getirmeye çalışmak ve bunu uzun süre sürdürmek çocuğa küsmeyi öğretir. Çocuk tedirgin olur ve annenin kendisiyle barışması için elinden geleni yapar. Sonunda zaten vicdanı rahat olmayan anne hiçbirşey olmamış gibi barışır. Bazen anne çocuk arasındaki ilişki küslük öncesinkinden daha yakın olur.
Bir disiplin aracı olarak söz edilmesi uygun olmayan ama günümüzde halen uygulanmakta olduğu için üzerinde durulacak bir yöntem dayaktır. Dayak bir anlık öfke ile başvurulan, çoğu kez amacını aşan bir cezadır. Öğretici değeri olmayan, etkisi kısa süren bir yıldırma yöntemidir. Dayak yiyen çocuklar çoğunlukla neden dayak yediklerini unuturlar. O gün babasının kendisini dövdüğünden yakınan bir çocuğa o gün neler olduğu sorulduğunda, olayı hatırlamadığını söyleyecektir. Aklında kalan tek şey dayak yemiş olduğudur. Disiplin, bir eğitim aracı olarak düşünüldüğünde korkutma, utandırma, gururunu kırma gibi kavramlarla iç içe olmamalıdır. Disiplinin iki temel amacı vardır; Birincisi, çocuğa anlaşılır, kesin ve sınırları olan, güvenli bir ortam sunmaktır. Bu ortam çocuğun sağlıklı gelişimi için gereklidir. Disiplinin ikinci amacı ise, çocuğun kendi kendini yönetme yeteneği yani özdenetim kazanmasıdır. Çocuk denetim altında değilken de öğrendiklerini uygulayabilmeli, kurallara uymayı sürdürebilmelidir. Anababası yanındayken kurallara uyan, ama denetim kalkınca çığrından çıkan çocuk özdenetim yeteneği kazanmamış demektir. Bazı anababalar, disiplini, sorun olduğu zamanlarda başvurulacak uygulamalar olarak görürler. “çocuğum söz dinlemediği zaman ne yapmalıyım?”, “Bana vurduğu zaman ben de ona vurabilir miyim?”, “verdiğimiz hiçbir ceza işe yaramıyor, ne yapacağımızı şaşırdık” ifadeleri bu bakış açısını tanımlar. Bu anababalar için disiplin, acil durumlarda dokunulması gereken bir alarm düğmesidir. Böyle bir disiplin anlayışı eğitici değil cezalandırıcıdır. Önceden bir hazırlık yoktur, olay anında tepkisel yaklaşılır. Bu duruma gelmemek için disiplin, yaşamın bir parçası olarak görülmeli, “sorunları önceden önlemek için neler yapmamız gerekiyor” sorusuna yanıt aranmalıdır. Anababaların etkili ve kesin sınırlar koyamamasının bir nedeni de çocuklarının sevgisini kaybetme korkularıdır. Çocuklar anababanın bu korkusunu hissederler ve sınırlarla karşılaştıklarında onları sevmemekle tehdit ederler. “sen kötü bir annesin, senden nefret ediyorum”, “çok acımazsızsın, beni hiç sevmiyorsun” gibi cümlelerle annebabaya geri adım attırmayı başarırlar. Hiçbir çocuk sınırları isteyerek, memnuniyetle kabul etmez. Çocuğun kural koyan anababaya “Bu kuralları benim iyiliğim için koyduğunuzu biliyorum, iyi ki kurallarınız var” demesini beklemek yanlıştır. Anababa olmanın zor taraflarından birisi de konulan kurallar nedeniyle çocuğun kızgın olmasını tolore edebilmek ve geri adım atmamaktır. Çocuğuyla yakın ilişki kurmayı onunla “arkadaş” gibi olmakla karıştıran anababalar da vardır. Arkadaşlık ilişkisinde eşitlik vardır, taraflar biribirlerine öneride bulunabilir, kararlar uzlaşarak alınır, yaptırım yoktur. Önerilen şey istenirse yapıluır, istenmezse yapılmaz. Oysa çocuklar için evde tutarlı kurallar ve sınırlar koyan, sevgi ve destek veren bir anababa gereklidir. Anababa sınırını koymalı, çok memnun olmasa bile uygulamaya devam etmelidir.


Disiplin İçin Önemli İlkeler

1. Tutarlılık disiplin için en önemli ilkelerden biridir. Anababa çocuğu uygun olmayan bir isteğine birkaç kez “Hayır” dedikten sonra sonunda “Evet” diyorsa, çocuk ısrar etmesinin işe yaradığını öğrenecektir.
2. Anababanın sözbirliği ve işbirliğ yapması disiplin için gereklidir. Anne çocuğa “Dışarı çıkmadan önce oyuncaklarını topla” dediğinde baba “Bırak gitsin, arkadaşları bekliyor” diyorsa çocuk işine gelen kuralları dinleyecektir.
3. Anababa davranışlarıyla çocuğa örnek olduğunu unutmamalıdır. Anne baba öğrettikleri kuralları kendilerinin de sergiliyor olması gerekir. Kardeşine vurduğu için çocuğunu döven bir baba “kimsenin kimseye vurmaması gerekir” kuralını önce kendisi bozmuş olur. Çocuklar anababaların birbirilerine nasıl davrandıklarını gözlemlerler. Eşini sürekli eleştiren ya da ona alaycı bir şekilde yaklaşan bir babanın yanında çocuğun kardeşine olumlu ve saygılı davranması beklenemez.
(Yukarıdaki bilgiler bir siteden alıntıdır.)

Annelere evde disiplini sağlamanın 13 yolu

Bu günlerde Tuna'la sorunlar yaşıyoruz. Herşeyi ağlayarak istemeye, olmayınca ısırmaya çalışıyor. Galiba '' two terrible'' dönemine yaklaşıyoruz. İlgiyi başka yöne çekince sorun yok ama bazen konuşmak bile fayda etmeyebiliyor. Net'de araştırma yaparken aşağıdaki yazıya rastladım.Bu dönemle ilgili değil çok bence bu konuların hepsi birbiriyle ilişkili..


Anneler için evde disiplini sağlama yolları

Evde Disiplin
1-Çocuğunuzun dünyasına girin,onu dinleyin. Onun duygularını keşfetmeye çalışın.
Onların zihin yapıları,merakları ve ruh dünyaları yetişkinlerden farklıdır.
Bu yüzden ‘Bu konuda sen ne düşünüyorsun?’ gibi sorular sorarak
Onların duygu ve düşünce dünyalarını öğrenmeğe çalışmalıyız.
3-Hoş görülü ve kararlı olun.
Hoş görülülük çocuğunuzun kendisini daha iyi hissetmesine ve sınırlarını öğrenmesine ve işbirliği ruhuna sahip olmasına neden olur.
4-Neden soruları yerine Ne –Nasıl sorularını sorun
‘ ‘Bunu neden yaptın ? ’’, ‘ Neden sinirlisin?’’ v.b. sorular çocuklara yargılayıcı ve tehdit edici gelebilir.Bunun yerine ‘Ne oldu ?, ‘Nasıl oldu ?’
gibi sorular sorarak onların duygu ve düşüncelerini öğrenerek ,kendi çözüm yollarını üretmelerine,düşünce güçlerini geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır.
5-Çocuğunuzu dinleyin.
Bir takım yorumlar yapmadan,neler hissettiğini dinleyerek,çocuğunuza bazı duygulara sahip olmasının son derece doğal olduğunu gösterin.Çocuğunuzun kelimeleri arasındaki duygularına kulak verin.
6-Tutarlı olun
Aile olarak kendinize özgü ,açık olarak belirlenmiş,süreklilik gösteren kuralları belirleyin.Tutarlı olduğunuz zaman çocuğunuz şaşırmayacak ve olumlu davranışlar sergileyecektir.Farklı zamanlarda farklı kararlar alıyorsanız ve bu kararlarınızın mantıklı ve tutarlı bir sebebi varsa onu açıklayın ki çocuğunuz sözlerinizde tutarsızlık görmesin.
Örneğin;Yarım saat önce pencereyi kapatmasını söylediniz.ama şimdi aç diyorsanız bunun mantıklı nedenini de belirmelisiniz.
7-Çocuğunuzu başka çocuklarla kıyaslamayın.
Her çocuk ayrı bir dünyaya sahiptir.Ayrı ayrı yetenekleri ayrı ayrı zekaları ve ayrı ayrı ruh yapıları vardır.Bu yüzden başka insanlarla olumsuz bir şekilde kıyaslanmak bırakın çocukları büyük insanlar bile üzülür.
8-Sorun meydana getiren davranışların kaynağını bulun
Sorun meydana getiren davranışların kaynağı bilinirse;Sorunların çözümü daha kolaylaşacaktır.Yanlış çözüm yolları problemin çözümünü kolaylaştırmayacağı gibi problemi büyütebilir ve daha başka sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir.
9-Hatalarını yüzüne vurmak yerine onlara yalınlık gösterin.
10-Karşılıksız sevin ve sevginizi hal ve hareketlerinizle gösterdiğiniz gibi dilinizle de söyleyin.
11-Çocuklarınızı evinizdeki problemlerde çözüm üretme sürecine katılmalarını sağlayın.
12-Çocuğunuza özel olduğunu gösterin.
13-Gerektiğinde hayır demesini bilin

26 Eylül 2009 Cumartesi

Disko disko 2

Halimiz pek perişan ama keyfimize diyecek yok..


24 Eylül 2009 Perşembe

Bayram öpücüğü

Çocuğum yazık öpsem mi? başıma mı koysam? iki arada kaldı. Babasıı en kısa zamanda daha iyi çeken bir makina istiyoruz.

23 Eylül 2009 Çarşamba

14 Eylül 2009 Pazartesi

yaz babam yaz

Güzel oldu. Ne zamandır almak istiyorduk IKEA' dan kaptık geldik.Ev mobilya ürünlerini sevmesemde bu tür ürünlerde üstüne yok bu mağazanın.. Mobilya dediğin şöyylee Türk usulü yayıla yayıla uzanabileceğin, kaldırmaya çalışıp kımıldatamayacağın türden olmalı di mi? Yani hakkatten çok kötü geliyor gözüme ürünler.
Neyse biz işimizi hallettik. Tosunum çok sevdi masasını şu ciddiyete bakarmısınız kafayı bile kaldırmıyor:))



12 Eylül 2009 Cumartesi

bilgisayar ve tv manyağı çocuklara

Arkadaşlar e - mailime gelen bir mesajı burda paylaşmak istedim Tuna doğduğundan beri bu konu üzerinde anlamda durdum ve hala TV izlemiyoruz.Kaçamak yaptığımız zamanlarda da içim içimi yiyor kapatıyoruz.Bizde insanın yani..
Geçende Ayça'nın eski postlarını okurken bir blog annesinin neden izlemesin ki çok şey öğreniyor televizyondan diye bir yorum yazdığını okudum. Muhtemelen bu yazı ona ulaşmayacak ama bize biraz daha dikkat için uyarı verir. Aşağıya aynen ekliyorum.

bilgisayar ve tv manyağı çocuklara
> >sahip olan bizler için okunulması şart bir mail!

> >Arkadaşlar Merhaba,

> > >Başımızdan geçen kötü bir olayı sizinle paylaşmak ve sizlerinde nedenleri hakkında dikkatli olmanız konusunda uyarmak istedim.

12 Eylül sabahı 10 yaşındaki oğlum yatağından kalktıktan 10 dakika sonra lavabo'nun önünde kriz geçirdi.
> >Yerde vucudu kaskatı iken
> >titremelerle birlikte, göz bebekleri kayboldu, nefes zorluğu, ağızda köpürmeler başladı.
> >Hemen acile kaldırıldı. Yapılan testlerden sonra konulan teşhis sara(epilepsi) idi.
> >Ilaç tedavisine başlandı.Daha şoku üzerimizden atamadan 9 gün sonra 21 Eylül sabahı 07:00 de oğlum benim yanımda yatakta iken yine kriz geçirdi.
> >Ilk müdahaleyi yaptıktan sonra bu sefer Fakülteye gittik. Orada da yeniden tetkikler yapıldı.
Teşhis aynı idi. Bizdeki belirtilere göre 8-14 yaşındaki çocuklarda görülebilen bir sara çeşidi imiş. Kullanılan ilaç 20-21 gün sonra beyne ulaştığı için,beyin henüz ilaçtan fayda görmeye başlamamış idi.
Araştırmalarımıza göre ve bu konuda en iyisi olduğunu öğrendiğimiz Fakültedeki profesör'den ( Mehmet Okan) randevu almıştık. Dün yapılan görüşme ve muayeneden sonra hocanın bize (sizlere de) dikkat etmemiz gereken konular şunlar idi.

Epilepsi'yi tetikleyen unsurlar 50 Hertz TV' ve Monitörlerdeki resim kaymalarını çocuk beyni daha kolay algılayıp, beyin,istem dışı bu atlamaları takip ettiği için yoruluyormuş. Yorulan beyin daha sonra bir boşalma isteğiyle vucuda nöbet geçirtiyormuş. Bu nedenle mümkünse 50 Hertz üzerindeki cihaz kullanımı. (Avrupa'da 60 Hertz altında TV üretilmesi yasaklanmış.)
Oğlum bu yaz hemen hemen her gün saatlerce 50 hertz olan TV'de playstation ve yanındaki Bilgisayar'da oyun oynadı. Bir çok arkadaşımın çocuğu, yeğeni de aynı durumda olduğu için bu maili hazırlayarak uyarmak istedim.
Tetiklemeyi yapan diğer bir unsur "kafein" yani Kola.
Profesör çocukların beyni için kolanın çok zararlı olduğunu belirtti. Kafeinli
içeceklerden özellikle kola ve enerji içeceklerinden çocukları uzak tutun dedi.
Tetiklemeyi yapan bir diğer unsur da yanıp sönen ışıklar, yani disko ışıkları. Bu ışıkları evde karanlıkta veya loş ışıkta izlenilen Tv veya bilgisayar
oyunları oluşturuyor. Tv' yi en az 3 metre ve aydınlık ortamda izlenmesini ve özellikle söyledi hoca.
Bilgisayarı ise günde en fazla 20 dakika ile sınırladı.
Son nöbetten sonra en az 2 yıl sürekli (kontrollü) ilaç kullanımı ile sorunun epeyce giderilebileceğini ve 14 yaşından sonra %96 oranında bir daha nöbet geçirilmeyeceğini belirtti.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Kaşık kullanamama





Katı gıdalara geçen her annenin en çok karşılaştığı sorun yememe sorunu ve çatal kaşık kullanmasını öğretmeye çalışmak olmuştur herhalde..
Tunamın aşağı yukarı yeme ile ilgili çok fazla sorunu olmadı resimlerdende belli oluyor zaten, çatal kullanmada hiç bir sıkıntımız yok ama gel gör ki bu kaşık kullanma beni zıvanadan çıkartıyor. Yaz olduğu için yine balkonda hallediyoruz sayılır ama benim tırlak oğlum kaşığı ufak bir el ahenkiyle şöyyle bir salladımı duvarlar falan çorbaya bulanıyor. Bu sebepten el göz koordinasyonunu geliştirici oyunlara başladık. Amaç nohutları bir tabak diğerine kaşıkla boşaltmak.Ama sonuç görüldüğü üzere kaşık bir kenara bırakıldı , elle pişmemiş nohutları yeme girişimine dönüştü olay.. Anne kişisi yedirmemeye çalışıp;
''Hadi oğlum bak burdan buraya koyacaksın'' denildikçe, oğul kişiside daha çok sinirlenip tüm nohutları etrafa saçmaya başladı ve bir aktivitemizde başlamadan bitmeye yüz tuttu. Sonuçta anne bir yandan oğluşun elinden, ağzından nohutları almaya çalışırken bir yandanda etrafa dağılanları toplama çalışır vaziyette buldu kendini.. Oysaki her şey ne güzel başlamıştı.
Neyse yılmak yok her gün 1 posta deneyeceğiz sonunda öğrenecek nasılsa..

4 Eylül 2009 Cuma

15. ay kontrolü

15. ayımıza girmemizle okul, bakıcı vs gibi durumlarla karşı karşıya kaldık. Anladım ki okul başlayınca ben bloğ aleminde çok fazla olamayacağım. Neyse Bakıcımıza daha ilk günden Tunam alıştı zaten kimseye yabancılık çekmeyen tosun için bu zor olmadı. Beraber kahvaltı, oyun, gezinti deken uyuyor ve ben geliyorum öğlen. Zaten gitmişim gitmemişim çokda umurunda değil sıpamın. Kapıdan geçiriyor balkondanda el sallıyor. Babamıza ise kök söktürüyor gitmesin diye türlü oyunlara başlıyor, çok bozuluyorum bilesin oğluş.. Bu günde aynı şeyi bakıcı teyzemiz giderken yaptı sarılıp boynunada kafayı yaslayınca nasıl ayıracağımı bilemedim .Sanırım mutlu olmalıyım.

Neyse dün dr.umuzla randevumuz vardı tosun 3 ay boyunca 260 gr almasına karşın, 5 cm uzamış galiba kilolar boya gitti. Şu an itibariyle 83,5 cm olduk. Dişlerine bakınca şaşırdı daha öncede yazmıştım ısrarla köpek dişleri geliyor dememe rağmen oda inatla ''sen ne bilirsin kadın ben kaç yıldır bu işi yapıyorum '' diyerek belki de ''azılar gelecek'' dedi fakat tosunum annesinin yanında oldu önce alt ve üst köpekleri,ardından alt azıları , şimdide üst azıları çıkarmaya başladı. Toplamda 14 adet dişimiz oldu.
Aşımız vuruldu biraz huysuzluğumuz üzerindeydi bu ilk oldu. Sürekli '' ıhh ıh'' diye birşeyleri istemesi dikkat çekti.

*Dr: Bu şekilde istemesi konuşmasını güçleştirir. Ne istiyorsun anlamıyorum ki? gibi cümleler kurun.
*Hayvan , nesne, cisim vs. herşeye isimleriyle hitap edin.
( havv havv, burnn burnn, vuu vuu gibi şeyler yok.)
*Artık tuvalet eğitimi zamanı geldi.
Ben: Eğitim derken?
*Dr: Günde 8 10 defa cişş, kaka yaptın mı? yapıcan mı? gibi sürekli sorun . Yapınca 3-4 dakika bezi açmayın rahatsız olsun. ( Bizimki gayet memnun o kokuyla uzun süre kalabilir şahsen) Açtıktan sonra kakayı gösterin koklatın.
*Lazımlık alın. Klozet adaptörünü çocuklar ayakları yere değmediğinden dolayı sevmiyorlar, kendilerini güvende hissetmiyorlar.Kaka yapma belirtileri gösterdiğinde koltuğu kenarlarına saklanma, ıkınma vs. bezini açıp lazımlığa oturtun ancak zorlama yok istediğinde.
*Sifonu falan çeksin biraz oyunla karışık olacak.
( Hee he he biz bu zaten yapıyorduk dr bey)
*Klasik Türk çocuğu gibi elinde ekmek kurabiye bisküvi ile gezen bebeklerden olmayacak .
*Akşam 10'u yatma saati geçmeyecek.( Son iki maddeye doğduk doğalı uyuyoruz zaten.)
Evet kafamda toparladıklarım aşağı yukarı bunlar. Arkadaşlarada faydalı olması vesilesiyle..